Bu Savaş Sadece Bir Savaş mı?

Bu Savaş Sadece Bir Savaş mı?

M. Sami Zini

İran vurmadan saatler önce uyarısını yapıyor. Siyonistlere bulundukları yerleri terk etmelerini söylüyor, ki bu tam bir savaş hukuku. İster kabul edin ister etmeyin, ulus-devlet refleksine, tüm ulus-devletler gibi sapla samanı karıştırmış olmalarına rağmen Suriye’de de aynı şeyi yaptılar. Seversiniz ya da sevmezsiniz tam nedenlerini bilemem; -ki ileride biraz detaylandıracağım gibi bu bir sevgi meselesi değildir- batıca tercümeler, ulus devlet kaynaklı hamaset ya da siyasi mezhepçiliğin itikad bellenmesi, karşılıklı hatalar vs… Lâkin uyarı yapılmasına, “danışıklı dövüş” gibi bir etiket yapıştıramazsınız. Hele hele İran en üst düzey askeri komutanlarını kaybetmişken ve kaybetmeye devam ederken. Bu durum İran-İsrail savaşının bir dalaşma olmadığını görmek için bile yeterli olmalı. Zira yaşananlar sadece bir savaş değil. İran rejimini devirmeyi ve onu barbar hegemonyaya tâbi bir hâle getirmeyi amaçlayan bir egemenlik savaşı. Bu hedef için çok tanıdık gelen ama bu defa “her şeye güçlerinin yettiğini” zannedenlerin karşılarında “kapalı bir kutu” olmayı başaran İran gibi bir gerçeklik var.

Saddam Irak’ına yapılanları düşünmek bunun için yeterli olabilir. Zira İran için de Amerikan-Siyonist ittifakının üç temel amacı aynı tekrara oynuyor: Nükleer programın imha edilmesi, askeri gücün kırılarak gelişmiş füze sistemlerinin devre dışı bırakılması ve demokratik/işbirlikçi bir rejimin iş başına getirilmesi. Buradaki demokratlığın nasıl bir şey olduğunu izah etmeye gerek olmadığını varsayıyorum. Şah’ın oğlunun ve efradının nasıl hazırda beklediklerini görmek buna dair başka bir ipucu verebilir. Tüm bu hedefler için İranlı Mossad ajanlarını kullanarak sızdıkları yerlerde neler yaptıklarını gördük. “Ya bu İran da ne kadar aciz ve tedbirsizmiş” gibi bir söylem başta kulaklarımıza hoş gelse de hem ırk hem etnik hem de dil olarak oldukça çeşitlilik arz eden Yahudilerin üzerine bina edilmiş Siyonist istihbarat çetesinin bunu yapabilmesi gayet normal bir durum. Aynı şeyin, mesela böyle bir durumda, Türkiye’de yaşanmayacağının hiçbir garantisi yok. Bu tür ajanların faaliyetleriyle yapmış olduklarının ve uyuyan hücreleri uyandırma girişimlerinin sekteye uğratılması ve İran’ı bugünkü savaştan geri adım attırmaması asıl önem verilmesi gereken konulardan biri. Zira rejim bir şekilde toplayarak ve ilk şoku atlattıktan hemen sonra, çoğu ülkede yaşanabilecek bir darbe girişimine bile maruz kalmadan karşılık verdi ve ardından saldırıya geçti.

Ortaya çıkan bir gerçek daha var ki İsrail balonu kendi işgalci yerleşimcilerini korumaktan bile aciz bir sünepelik örneği. Netanyahu ülkesinde kalmayı göze alamazken, yerleşimcilerin nasıl aldatıldıklarını da görüyoruz. Yapılan saldırıdan o kadar emin görünen hükumetleri onlara ne yeterli sığınakları sunabiliyor ne de Demir Kubbe gibi savunma sistemleri ile koruyabiliyor. İran hâlâ elindeki eski nesil füzelerini kullanmaya devam ettiğini iddia ediyor ve henüz tüm cephaneliğini devreye almış görünmüyor. Bu durum, uzun vadeli bir savaşa hazırlandığının bir göstergesi olabilir. Çin’in gerçekleştirdiği sevkiyatlarla beraber düşündüğümüz zaman bu ihtimal kuvvetleniyor. İşgalcinin Gazze’de hâlâ esir olan siyonistleri kurtaramadığı ve kara operasyonlarında ağır kayıp verdiğini de unutmamak gerekiyor. İşte tam burada siyonistlerin umudu İran’da gerçekleşecek bir darbeye kalıyor. Bu durum çok imkansız değil, zira bugün İran’da yapılmak istenen asıl şeylerden biri bu. Üst düzey liderlerin hedef alınmasının da temelinde bu durum yatıyor. Netanyahu’nun İran halkına seslenmesi gibi komediler buna dair işaretlerden. Trump’ın da temennisi bu yönde ve bölgedeki müttefik ülkelerle bunun müzakereleri yapılmaya devam ediliyor.

Evet İran kısmen modern bir ulus devlet, ismindeki ‘İslam’ ifadesine rağmen bu böyle. Yalnız bölgedeki diğer sömürgecilik sonrası ulus devletlerden oldukça farklı yanları var. Bu hem etnik ve dil olarak böyle, hem de coğrafya ve yönetim olarak. Bu konuyla ilgili detaylara girilmesi hâlinde aynı anda İran halkının onca çeşitliliğe rağmen “birlik” vurgusunun kaynağı da tartışılmalı. Her ne olursa olsun İran’ı barbar hegemonyaya ve sömürgecilere karşı aziz duruşundan dolayı desteklemek sömürgecilik karşıtlığının olmazsa olmaz bir şartı iken, müslümanlık iddiasındaki bir aklın aksini düşünmesi de eğer art niyet barındırmıyorsa ancak bir yanılsamanın sonucu olabilir. Bu yanılsamaların hem ana akım medyadan hem de ulus devlet batıniliğine bağlı mezhepçiliğin manipülasyonuna tabi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Neyse ki şimdilik konum bu değil.

İran barbar hegemonyanın son temsilcileriyle ve Uluslararası Attom Enerjisi Ajansı’nın eliyle aldatılarak diplomatik kıskaçta tutulmaya çalışıldı. Bu durum da aslında çok tanıdık. Tam bu noktada Roger Garaudy’nin Saddam ile ilgili anısını da hatırlatıyor ve geçiyorum. Başka bir açıdan İran’lı Siber Direnişçilerin İsrail’e ait pek çok gizli bilgiyi ele geçirdiğinin İran tarafından ilan edilmesinin üzerinden medyada hızla geçildiğini ve İran’ın bir iddiası olarak haber metni muamelesi görerek öneminin atlandığını söyleyebilirim. Bu büyük bir operasyondu ve İsrail’in yine erken hamle yapmasına neden oldu. Netanyahu’nun Yunanistan’a gidip gelmesinin bir sebebi de bu. Zira İran’ın elinde tüm gizli sığınakların ve üslerin bilgisiyle beraber silah ve savunma sistemlerinin, İsrail ile işbirliği yapan İranlılar başta olmak üzere tüm ülkelerdeki hainlerin bir listesi bulunuyor. Atom Enerji Ajansı’nın başkanının da Siyonistlerle birebir ilişkisi bu belgelerle ifşa edilmişti ki İsrail bir nevi mecbur kalarak savaşı başlatmak zorunda kaldı. Böylece ilk defa Arap olmayan bir tarafla savaşa giren İsrail, 1973’den sonra modern bir devlet yapısıyla karşı karşıya kalmış oldu. Önce Tahran’ın sonra daişgal altındaki Tel Aviv’in vurulması modern devletlerin başkent sembolü için önemli bir durum. Böylece bir sembol üzerinden aslında savaşın iki tarafın savaşı olmadığını anlamak kolaylaşabilir.

İsrail’in sömürgecilerin uydu devleti olarak varolabilmesinin ihtimali azalıyor. Bu durum Amerika-Siyonist oluşum ve Arap ittifakının kaçınılmaz olacağını gösterir. Tabi bu durumda “yesinler birbirlerini nasıl olsa biz kazançlı çıkacağız” tavrının ahmaklık olduğunu görmek için Türkiye’nin de kendi içine bir bakması gerek. Amerika nasıl ki planlamada, lojistikte ve katliamda her şeye ortaksa onun müttefikleri ve işbirlikçileri de aynı şekilde ortak olarak görülecektir. İsrail’in düştüğünü gören işbirlikçi devlet adamlarının aksi söylemlerine rağmen Azerbaycan-Türkiye ikilisinin Gazze Soykırımına yaptıkları destek resmi ağızlardan itiraf edilmiştir. Gizli saklı yapılmaya çalışılanların da dijital ayak izlerinin silinmesi imkansızdır. Belki ileride ortaya çıkacak bazı durumlar, İran’a karşı PKK’ya silah bıraktıranların yeni oluşumları olan PYD ile beraber tekfirci çeteleri de eklemleyerek planladıkları kara operasyonuna herkesi razı edebilir. Bunun için sömürge devletlerde kamuoyunun nasıl oluşturulacağı ile ilgili birkaç tahmin yürütmek hiç de zor olmayacaktır. En azından şimdilik ŞamAta ehline ve sünni-şii kepazelikler üzerinden konuşlandığı yere bakmak yeterli olabilir.

Bu savaş eğer İran’ın planladığı gibi giderse jeopolitik ve teknik boyutlarıyla askeri doktrinleri ve bölgesel denklemleri alt üst ederek yeniden dizayn edebilecek kadar büyük bir mücadele ürünü olacak. Bundan sonra kimin kiminle ne kadar ve nasıl iş tutacağını, kimin kime “dost” olacağını, kimin kime “kardeşim” diyeceğini görebiliriz belki.

Aslında Gazze ateşi nasıl düşecekse öyle düşüyor tüm dünyaya! Ve herkesin kendi ülkesinin gerçekleriyle yüzleşmesi gerek.

Ve yine tekrarlıyorum:

Bir dönüşüm ateşi Gazze

yangın hâlindeki dünyada

tüm halkların maskeli palyaçolarını

yerli-milli işbirlikçilerini

kendi dininin müslümanlarını

reel politik paçavralarını

diplomatik kibir abidelerini fâş eden!

Bu ateş sonrası aynıysan

Üzülme Gazze’ye

kendine yan!

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir